“Tehlikenin ne olduğunu bilmeyen kişi, daima cesurdur!”
TÜRKİYE-Diyarbakır, Saat 12.35
Diyarbakır’ı terk ettiğinde, saat yarımı biraz geçiyordu.
“Zaman mı kaybediyorum acaba?” diye düşündü.
Aslında, kaybedilmiş bir şey yoktu. Beş Numara’nın yanından ayrıldıktan sonra, özel hazırlanmış pasaportunu ve gerekli tamamlayıcı evraklarıyla birlikte, her zamanki teçhizatını teslim almış, yeterli miktarda da nakit avans çekmişti. Avansını, Suriye Lirası olarak ödemişlerdi. Çilli’nin dışında hiç kimseyle vedalaşmamıştı. Veda etmeyi, nedense hiç sevmiyordu.
Emektar Ford, yüksek bir ağacın gölgesinde, sahibini bekleyen bir küheylan gibi onu bekliyordu. Önce İstasyon Bulvarı’na çıkmış, Urfa Kapı’dan Suriçi’ne girerek sola dönmüştü. Gazi Caddesi’nin Dağ Kapı çıkışında, Nebi Camisi’nin tam karşısında “Şehrin Kebapçısı” vardı. Aslen Antepli olan bu adamın elinden çıkan her şeyi beğenir, karnı tok olsa bile, yanına uğramadan edemezdi. Üstelik şimdi karnı da açtı. Midesi kazınıyor, şehir bandosu sanki karnında konser veriyordu. Konserin ritmi, dayanılacak gibi değildi.
“Eve de uğramayacağımdan, iki dakikada bir şeyler atıştırsam iyi olacak,” diye düşündü.
Özenle hazırlanmış üç adet acılı lahmacunla birlikte iki bardak naneli ayran, biraz olsun ortalığı yatıştırmıştı. Sonra, Dağ Kapı’dan Ziya Gökalp Bulvarı’na çıktı. Seyrantepe’de arabasının deposunu doldurdu. Sola döndüğünde, Urfa-Antep yolu gözlerinin önünde uzayıp gidiyordu.
Polis ve jandarmanın, kentin on kilometre dışında ortak bir çevirmesi vardı. Hızını biraz düşürdü. Durması için işaret eden polis memuruna, ‘Emniyet işareti’ yapıp yoluna devam etti. Adam, başıyla hafifçe onu selamladı. Tepeyi aştıktan sonra, gaza iyice yüklendi. Artık, kaybettiği zamanı telafi etmesi gerekiyordu.
Saat 13.10 civarında Siverek’i geçtiğinde, Urfa ile irtibat kurdu. Kendisine yanıt veren Mehmet oldu. Onu sesinden tanımıştı. Telsizin başında ne arıyor, diye hiç düşünmedi. Büyük olasılıkla, telsiz operatörü, öğle yemeği için eve geçmiş ve geçici olarak dinleme görevini ona devretmişti.
Doğan, söyleyeceklerini tane tane ona dikte ettirdi:
“Adı Caber… Adı Caber. Eşber ile Tırtıl’ı uyandırın. Üçüncü yola çıksın… Kamyonu yükleyin… Kamyonu yükleyin. Aktarma altmış no.lu batı ambarında… Altmış no.lu batı ambarında… Anlaşıldı mı, tamam…”
“Anlaşıldı… Tamam,” yanıtını alınca rahatladı.
Artık bu operasyonun adı “Caber Operasyonu”ydu! Caber’in nereden aklına geldiğini düşündü, bulamadı. Birden gelivermişti işte! Suriye’de, Tebke Barajı kenarındaki Caber Kalesi’ni biliyordu. Baraj yapılmadan önce, eski Balis yolunun kullanıldığı günlerde, kaç kere oradan geçmişti. Sorumluluğunu üstlendiği bu operasyona ‘Caber’ adını, onu düşünerek koymamıştı, ama herhalde bir Türk toprağı olması, orada bir Türk büyüğünün yatması ve Mehmetçiğin ayyıldızlı bayrak altında yirmi dört saat nöbet beklediği bir yer olması nedeniyle ani bir çağrışım yapmış olabilirdi.
Bundan sonra gelişecek her türlü olay ve elde edilecek bilgiler, ‘Caber Operasyonu’ adı altında toplanacaktı. Kendine ait özel bir bütçesi ve elemanları bulunacaktı. Kompartımantasyon kuralları gereği, yetkisiz ve ilgisiz olanlar, operasyonla uzaktan yakından bilgi sahibi olamayacaklardı. Aslında, bu gibi durumlarda, önceden hazırlanan bilgiler dâhilinde bir dosya hazırlanır ve onay talep edilirdi, ama bu kez farklı davranılmış, işin aciliyetine ve önemine binaen, bu onay Beş Numara tarafından sözlü olarak verilmişti.
Eşber ile Tırtıl, Doğan’ın bu operasyonda kullanmak istediği iki özel elemandı. Yeri ve zamanı geldiğinde sahneye çıkacaklardı. Bugüne kadar, kendileriyle yaptığı çalışmalarda hep olumlu puanlar almışlardı. Doğan, her ikisinin de kendisine çok yararlı olacaklarını biliyordu.
Üçüncü ise, Adnan’dı. Onun tecrübesine ve bilgisine sonuna kadar güvenirdi. Biraz ağzına hâkim olamıyorsa da, konusunu çok iyi bilen ve takip eden bir kişiydi. Doğan, nasıl anadili gibi Arapça biliyor ve konuşuyorsa, Adnan da, Kurmançi lehçesini gerçek bir Kürt gibi konuşuyordu.
Adnan’ın yola çıkması, kamyonun yüklü olmasıyla bağlantılıydı. Gerek sınır ve arazi operasyonlarında, gerekse hudut civarında, sıfır çizgide yapılan eleman buluşmalarında, genellikle Land/Rover marka uzun şase Jeep kullanılırdı. Geniş Suriye Çölü’nün devamı olan bu topraklarda, hareket kabiliyetini sağlamak kolay bir iş değildi. Güçlü arazi aracı gerekliydi. Faaliyetlerin birçoğu gece yürütüldüğü için, aracın tam teçhizatlı kamyon gibi yüklü olması gerekiyordu.
Görevin özelliğine göre araçta; her cins toprakta ve üç metre derinliğe kadar suda bulunan her cins mayını tespit edebilen mayın tarama dedektöründen tutun da, işaret projektörüne, koruma amaçlı hafif makineli silahlara, bol miktarda mermiye, değişik renkte işaret fişeklerine, uzak mesafeyle irtibatı sağlayan yüksek frekanslı telsiz cihazlarına kadar her şey bulunabiliyordu.
Aktarmanın yapılacağı altmış numaralı batı ambarı ise, batı yönünde, yani Antep istikametinde, 60’ıncı kilometrede araç değiştirileceği anlamına geliyordu. Doğan, E90 no.lu karayolunun bu bölümünde kendi arabasını terk ederek Land/Rover’e geçecek ve sınıra kadar onunla gidecekti. Ford’u, Urfa’ya jeepin şoförü götürecek, Land/Rover’ı ise, dönüşte Adnan kullanacaktı. Doğan, araç şoförünün sınır mıntıkasına çok fazla sokulmasını uygun görmemişti.
Suriye’ye yaptığı geçişlerde kullandığı bu koridoru, arkadaşlarından sadece Adnan biliyordu. Kim olursa olsun, bir üçüncü kişinin bunu öğrenmesine gerek yoktu.
Altmışıncı kilometreye, Örgütlü yol kavşağına geldiğinde, Land/Rover’ı yol kenarında bir yere park etmiş durumda buldu. Şoför, motor kaputunu açmış, elindeki üstüpüyle sağı solu temizliyordu.
Doğan’ın yanaştığını gördüğünde, Adnan araçtan indi ve onu karşıladı.
“Abbas yine yolcu ha?” diye sordu.
“Evet! Her şey hazırsa, iki saate kadar Halep’te olurum. Ne zaman döneceğimi ise Allah bilir!” diyerek, onu yanıtladı.
“Binbaşı Abdullah Vahap olayıyla mı ilgili?”
“Bir bakıma öyle sayılır…”
“Adamı temizlediklerinde bu işin kapandığını düşünmüştüm. Demek, işin boyutları büyük?”
“Hem de tahmin edemeyeceğin kadar!”
“Hemen gidiyor muyuz?”
“Evet!”
“Hadi öyleyse… Bir an önce yola…”
Adnan, Land/Rover’ın telsizinden o sırada yapılan çağrıyı duyduğundan, cümlesini tamamlayamamıştı.
Konuşan, yuvanın telsizcisiydi;
“Aktarma ertelendi… Aktarma ertelendi. Ekip yuvaya dönsün. Tekrar ediyorum… Aktarma ertelendi. Ekip son hızla yuvaya dönsün.”
Doğan;
“Neler oluyor?” diye sordu.
Şaşırmıştı. Operasyon sorumlusunun, yani kendisinin bilgisi ve onayı olmadan dışarıdan bu şekilde bir müdahaleyle bu işi ertelemek için son derece önemli bir gelişmenin yaşanması gerekiyordu.
Yeniden araç değiştirdiler. Ford’un direksiyonuna Adnan geçti.
Doğan;
“Bas bakalım. Gidelim de neler olduğunu anlayalım,” dedi.
Onlar aradaki mesafeyi açtıkça, geriden gelen Land/Rover küçüldü küçüldü, bir nokta gibi kaldı. İki dakika sonra, tamamen görünmez oldu.